Hakkımda

Fotoğrafım
"when I was a young girl, I used to seek pleasure"

13 Şubat 2009 Cuma

the one!

işte bu.. galiba şöyle bir güzellik mutfağımda durduğu gün yaşama sevincim hat saffalarda seyredecektir:) henüz bir mutfağım dahi yoktur o ayrı.

11 Şubat 2009 Çarşamba

rüyalar zaman zaman hayattan soğutabilir, evet evet bunu yapabilir.



Kendi kendime pek güzel işkence ederim, bilirim pek çok kişi yapar ama ben baya iiyim bu konuda onu da bilir, yiğidi öldürür hakkını veririm. Sözkonusu yiğit de burda ben olduğum için ne die bukadar lafı dolandırdığımı bilemem. Konuşmayı sevmek de zor, her düşünce bi ağırlaşıveriyo kelimelere dökücem diye kasınca.

Efendim azımsanamaz bir çoğunluk tarafından sabahın körü sayılacak bir vakitte işe gitmekteyim, öyle bir vakit ki kargaların genelde yaptıkları bir aktivitenin bu saatlerde gerçekleşmediğine dair de rivayetler vardır literatürde(artık neyin literatürüyse o). Uzun zamandır da yok final dönemidir yok tatildir yok hastalıkdır falandır filandır derken de ben unutmuşum böylesine bir vakitte kalkmayı. Tamam hatırlatıyorum her sabah bünyeme şimdi, kendimi kazıyorum yataktan lakin akşamları da 9buçukta falan giriveriyorum o yatağa. E tabi insan böylesi erken bir vakitte yatınca sabaha kadar yediği yemeklerin de etkisiyle bayaa bir rüya görüyor, e bazıları da can sıkıcı oluyor. İşte bu gece 3 sularında böyle bir rüyadan resmen hayattan nefret ederek uyandım. Küçükken bir kitap okumuştum ozamandan beri üstünde düşünmemişim şimdiye kısmetmiş. Diyordu ki kitap rüya bastırılmış duyguların su yüzüne çıkmasıymış. Şimdi yazımı da bozmak istemiyorum lakin allah kahretsin öyle duyguyu:) hayır ben biliyorum öyle bir duygum yok benim bastırılmış falan rüyalarımda su yüzüne çıksın ama artık bastırılmış da mı çıkmış yoksa canım sıkılsın diye birtakım güçler tarafından rüyalarıma mı gönderilmiş(fantastik bir dünyadan bahsediyorum, evet), yoksa yatmadan kendikendime ettiğim duygusal işkencenin beyin kıvrımlarımda yarattığı deformasyon sonucu mu olmuş bilinmez ama ben bunu yaşadım. Ve hani gece 3 te uyandın o rüyadan kendini bil de tekrar uyu başka rüya gör, ya da sabah kalkınca hatırlama, ya da hadi hatırladın sonradan unut falan.. ama hayır ben akıllı ne yaptım, gecenin kör vaktinde kendi kendime “sen şimdi sabah bunu hatırlamazsın, şarap anahtar kelime olsun hatırla sabah uyanınca” diye de tembih ettim. Ve ne oldu? hatırladım, ve sonra ne oldu? gün boyu kendi kendime hatırlattım durdum işte böyle de oldu böyle de oldu diyerekten zihnimde 843924823984 kez daha yaşadım o anlamsız rüyayı. Anahtar kelime de şarap ki hiç sevmem. Şu an durduruyorum yine zihnimde başlayan sahneyi ve sevdiğim bir şarabı hatırlıyorum. Efendim beşiktaşta “Misket” adında bir mekan vardır, kendi şarabını kendi yapmaktadır ve o şarap resmen bir aşk şarabıdır, yüksekçe bir yerden akıtılıp altında yıkanmak gibi pornografik gözüken ama aslında pek masumane şeyler getirmektedir akla. Testi testi ortaya gelmekte o testi elden ele dolaşaraktan mutluluk dağıtmaktadır, diyeceğim o ki öylesine nurlu bir mekan ve şaraptır.

Kendi kendime işkence etmeyi çok iyi becerdiğim kadar konudan konuya atlamayı da beceririm. O değil de bir künefe peşinde yolculuk günlüğü yarıda kaldı, ama sanma ki yalan oldu. Onun da zamanı gelecektir. Ozaman neymiş “aşk şarabı içmesi hoştur şaşkın, şarap peşinden koşmak boştur şaşkın”. Zihnimin oyunlarından da şu an tiksindim ama yapacak bir şey yok.

kendime notum

uzuuuyyn zaman olmuştu şu şarkıyı dinlemeyeli:
hemen bi kublesini kendime adarım, hiç durmam.. sanıyorum sıkıntılardayım bu sabah

"And you can't fight the tears that ain't coming
Or the moment of truth in your lies
When everything seems like the movies
Yeah you bleed just to know your alive "

edit: vee sabahtan beri el emeği göz nuru cell cell işlediğim excel dosyasını gerzekçe kaydetmeden kapatmamla sıkıntım şu an tavan yaptı. bağırarak kaçmak istiyorum, biri beni durdursun!

8 Şubat 2009 Pazar

bir künefe peşinde yolculuk günlüğü 2




Gün 2:

Günümüze yine diclenin annesinin hazırladığı mükellef ötesi kahvaltı ile başlamak.. yine sıkmalar mevcut ama bi de incecik hazırlanmış küçük krepler masanın baş tacı:)

Sonra üstüne kahveler falan onları saymıorum bile:)

Kendimizi yollara atmaca, köprülerden geçmece, adana çarşılarında dolaşmaca.. bizi kilim, nargile, bilimum süs eşyası satan dükkanı önünde yakalayan samet amcadan hayat dersleri: keçi sakalı ve bilhassa kulağı küpeli olan erkeklere bakmamamız konusunda. Onların hepsi puşt, bi de bizi seven erkeğin gidip önce bizi anamız babamızdan istemesi gerektiğine dair kulak bükmeler.. o ütopik kişilik ööle “pastane köşelerin”e çağırmadan önce babamızdan istemeliymiş bizi , gülü seviyosa cidden dikenine katlanır bunu yaparmış:) gibi söylemlere içten içe gülümsememiz.

Ulucami’yi gezmece, bir hamama girmeye çalışmaca, çeşitli banklara parklara kendimizi atmaca ve ara sokaklarda bulunan “sultan sofrası”. İşte yeni bir efsane. Ev yemekleri yapan küçücük ufacık içi dolu leziz yemecik(ıyk bu olmadı dimi:) bir yer. Saat biraz öğleden sonrayı gösterdiğinden bütün yemeklerden birer porsiyon civarı kalmış. Peki biz bu görüntü karşısında yılmış mıyız? Tabiki hayır:) olan bütün yemeklerden kiii sayıyım hemen: analı kızlı, kurufasulye, acem pilavı, normal pilav, yaprak sarması, lahana sarması, mozerellalı tavuk(evet bu bile vardı) başka bi tavuk daha sebzeli falan, salata, turşu vb. Masamızın ortasına dizdirip hep birlikte tabiri caiz ise gömüldük:) evet bunu yaptık, bir yandan da niye böyle yerler istanbulda yok diye bir güzel hayıflandık. Evet benzer yerler var ama böylesine uygun fiyat ve daha önemlisi böylesine bi lezzet yok. Ağlamak istiyorum şu an:)

Sonrasında kendimizi adana’nın gençlik ve piyasa mekanlarına da atmadık değil, ve hatta akşam da ünlü hamburgerlerden yemedik değil onu da yedik. İçinde nane gibi baharatlar bulunan, ekmeği yumuşacık aman da köftesi körpecik(allahım nasıl kelimeler dökülüyo parmaklarımdan:)) hamburgerler de ayrı güzeldi. Ve daha da akşam adana’da da bir türkü bara gidilmezse olmaz diyerekten, tavsiye üzerine baran türkü bar adlı mekanda bulduk kendimizi. Efendim şimdi türkü barlar üzerine koca paper’lar yazmış arkadaşlarım var onların yanında bana laf söylemek düşmez ama yahu şööle aktivist bir havası olur türkü barların şöyle bir ahmet kaya söyler efkarlanırsın, şööle bir bağlama uzun hava yapar yine efkarlanırsın, bilmediğn türküler şööle dokunuverir içine, ama efendim adana da meğer türkü barlar daha bir düğün salonu konseptliymiş de biz bihabermişiz:) sahnede orgu olan bir amcam bile vardı yani, ve piyanist şantör edasında zaman zaman türkülere eşlik etmeden duramadı. Türküler derken de hoplayıver çekirgelerden, biri banagelsin gibi şarkılara kadar uzanan geniş bir yelpazeden söz ediyorum:). Ama biz yine de eğlenmedik mi eğlendik, yine de katılcak bir halay bulmadık mı bulduk vallahi... ve yine amacımıza ulaşıp mutlu mesut eve döndük.

hep yiyelim hep yiyelim: bir künefe peşinde yolculuk günlüğü 1:)


Evet döndüm..

Anlatıcak da ne çok şey biriktirdim!:)

Pazar gecesi ist’ten bindiğimiz otobüsle başlayan bu dillere destan yolculukla ilgili anıların çoğunun yenen yemekler, ya da o yemeklerin peşinde yollarda geçirdiğimiz zamanla ilgili olması bir tesadüf müdür? Hayır deildir. Ve evet kabalaşmak istemiorum ama hayvanlar gibi yemişizdir yemek yemeden ve yemek peşinde geçirdiğimiz zamanlardan arta kalan anlarda ise biraz gezmiş görülmesi gereken yerlerin bir kısmını görmüşüzdür(bkz: mozaik müzesi, church with a baby, adını hatırlamadığım bikaç cami:)..:) durumun ciddiyetini şööle bi örnekle gözler önüne seriyim: yemek yeme manyaklığımız otobüsün saat sabah 5 civarı verdiği molada cananın babasının yanımıza kattığı fıstıklı dolamaları (asıl adı dolama mıdır bilmiorum ben zihnimden bu ismi uygun gördüm o tatlıya:)) ile başladı. Sabah 5 diyorum, ve içi fıstık dolu şerbetli bildiğimiz bir tatlı diyorum.. bööle olmayacak en itisi gün gün özetliyim ve hatta her bi günü de ayrı bir kayıt halinde yapıyım...

Gün 1:

Sabah adana’ya varış.. 14 saat yolda başta bi kıpırkıpırlık o gün öngördüğüm gibi tıpkı:) ama sonraa 14 saat boyu devam edemiyo tabi o enerji.. bi süre sonra o otobüs koltuklarında ufflaya pufflaya rahat pozisyonu bulup uyumaya veriyo insan kendini:)

Ayy galiba kısa özetler gecicem sadece:)

Sabah kahvaltısı diclelerde. Annesinin inanılmaz kahvaltı sofrasındaki patatesli, ıspanaklı ve peynirli sıkmalara burdan bir selam etmezsem ayıp olur:)

Kendimizi sokağa tarlaya bağa bahçeye atmaca... küçük soğan filizleri ekili olduğunu düşündüğümüz bir kocaa tarlada ayakkabılarımıza varlığı yadsınamaz çamurdan topuklar eklemece, tarlalarda bata çıka sekerekten arkadan arkadan sanatsal fotolar çekmece..

İlerleyen saatlerde seyhan boylarında turlar, bilmem ne türbesine çıkmaca, inmece ve muhtelif manzaralı yerlerde çay salep ve benzeri ürünler içmece.

Akşam ise efsane: kolcuoğlu isimli bir kebapçıda 2 ya da 2.5 metre uzunluğunda olduğunu düşündüğümüz adana kebap ve üzerindeki küçük süprizleri(tavuk kanatlar, közlenmiş biberler, küçük dürümler gibi:)) mideye indirmece. Ama sadece bu diil bir koca masa dolusu tahminen 15(ve hatta daha fazla) çeşit falan mezeyi de yanında yemece.. böölesine bir ikram ne gördüm ne duydum. Taptım taptım.. kolcuoğlu direk özel listemize eklendi:) sonrasında da değişik tatlı ve meyvelerden oluşan bir sonla taçlandırma bu doğa üstü yemeğe.. ilginç bir tatlı: hurma, ceviz, bal ve muz karısımı.. bu da listeye eklensin:) hiih bi de pastırmalı humus mezesiyle tanışmam var ki yine o sofrada sanırım hayatımda yeni bir kapı açmıştır kendisi:)

bunca yemek içmekten yorgun düşmüş bedenler, terasta yapmayı planladığımız sıcak şarap keyfini başka bir akşama erteleyip deliksiz bir uykuya kendini bırakmıştır geceleyin:) ama o sıcak şarap hiç içilememiştir zira şu ilk günkü yoğun yeme içme konsepti tüm günler devam etmiştir eve gelindiğinde hep tatlı bir yorgunluk hali yaşanmış, gözler ne sıcak şarap ne de sıcakşarap bahane konseptini görmüş direk yatağa odaklanmıştır:)

1 Şubat 2009 Pazar

adana yolları bizi bekler


19.00’da merterden otobüse binmece 2 kişi, karşı taraftan diğer ikilimizi almaca ve en az 14 saat sürecek otobüs yolculuğuna başlamaca, bir yandan da “adanın yolları taşlık” isimli türküyü hafiften çığırtmaca... hepimiz bi yemek, bi türkü, bi halay, bi gezmece tozmaca, bi yeni insan görmece hastası olduğumuzdan hepimizde ayrı bi heyecan dalgası ve bu heyecan dalgalarının çarpışmacası, oluşturduğu acaip atmosfer içinde neşemizin bütün otobüse yayılması:P akşama dair öngörülerim bunlar:)

Evet yahu vallahi düşüyoruz bir künefe peşinde yolculuğa...

Ama dikkat bu künefe çok derin manalar içermektedir; basit bir künefe(basit mi dedim? Kendimden utandım şu anda:)) deildir kimbilir belkide künefe nezdinde içsel bir yolculuğa gönderme yapıyorumdur:P

dur bakıyım düşüneyim yapıyo muyum:)? Artık bu sorunun cevabını dönüşte daha güzel verebilirim sanıyorum.. bekle bakalım beni ey blog, geç buldumçabuk ayrı düştüm oldu senden amaa yol maceralerı, adana maceraları, hatay, urfa ora bura maceraları ile bayaa acısını çıkartırım ne de olsa dönüşte:)

kendimi pek güzel rahatlatırım:)


“The world's a playground. You know that when you are a kid, but somewhere along the way everyone forgets it” dedi Allison isimli hatun karakter bugün “Yes Man” filminde. Hımm dedim ben de, bir de “unutmak istemiorum ulen” die bağırdım içimden. Hadi unutmıyım ozaman dedim, filmdeki gibi karşıma çıkan teklifleri çok irdelemeden hadi atlıyım hemen dedim. Pek bir teklif çıkmadı henüz karşıma ama olsun. henüz bikaç saat oldu filmden çıkalı diye rahatlatmayı seçtim ben kendimi. sonra ama hadi dedim kendi kendime son bir haftayı düşün, önüne çıkan teklifleri ve verdiğin cevapları.. Ama çok da kötü bir haftaydı bu dedim sonra öyle işegittimgeldimuyudumuyandımyedimiçtimyedimiçtimgittimgeldimboynum tutuldukalkamadımsonrakalkabildimişegidemedimevdençıkamadımsonraçıktımsonradöndümsonrasonrasonra bıdıbıdı. Evet ya da hayır diye cevap verebileceim pek bi durumla karşılaşmamamı (en azından filmdeki gibi atraksiyonel durumlarla) da buna bağladım yine rahatladım.

İşte aynen böyle gaza gelip sonra elim böğrümde kalıveriyorum. Im Juli filminden sonra da bööle olmuştum, hadi demiştim nie çantamı toplıyıp ben de şööle bi otostop çekip o araba nereye gidiyosa gitmiyorum, niye yapamıyorum yani bunu. Sonra türkiye gerçeği gibi bahaneler uydurdum kendikendime, biyerlerde haklı olduğunu biliodum bu bahanenin ama bi yerlerde de işte sadece “bahane” olduğunu.. ben hiç o hayallerimde yaşattığım içinden geleni düşünmeden yapan insan olamadım sanırım.. bööle bir miktar oldum zaman zaman(tam hayallerimdeki gibi olmasa da:)), tam gaz o miktarı arttırma yolunda giderken hayatıma biri girip önümü kesti ama sanırım her seferinde... insanın hayatına biri girince neden ilerlediğin yol o tarafa kayıyo, içinden gelenler hep olmasa da çouğunlukla o kişiyle ilgili olmaya başlıyo ve daha önemlisi neden herşey bittikten sonra bütün bunlar çok ama çok anlamsız geliyo insana ve insan ah ediyo geçip giden zamana..

bir de neden bilinç akışının üst saffalarında seyretmekteyim şu an?

Konudan konuya atlıyo olmamı fırsat bilerek yarın başlayacak olan “bir künefe peşinde yolculuk” adlı gezimize getiriyorum lafı. Tamam konudan konuya atlıyorum ama çok da alakasız diil aslında bu gezi anlattıklarımla. İçimden çok gelen bişiyi yapıcam ulen çok düşünmeden üstünde.. yalnızca adanaya gidiş biletimiz var şu an elimizde(hatta benim elimde o bile yok, benim biletim de lülüde) napıcaz ne edicez nerelere gidicez nerelerde kalıcaz belli değil (ama bi dakika mükemmel künefe peşindeysek cidden, Antakya’dan bi şekilde yolumuzun geçeceği belli sanırım:)) Tamam Im Juli’deki juli olamadım ya da olamam belki ama anadolu yollarında bi fıtfıt olmayı başarabilirim sanırım. En azından başlamak başarmanın yarısı klişemize geri dönecek olursam, bu yolda da başlamış hatta baya da yol kat etmiş olduğum gerçeğini de hesaplamalarıma katarsam; kendi kendime “oldu bu iş hacı” demek istiyorum.

Böylesine lakayt bir kendi kendini gaza getirişten sonra da hadi bakalım diyor şu an, şu cümleyle noktayı koyuyorum:)