Hakkımda

Fotoğrafım
"when I was a young girl, I used to seek pleasure"

22 Mart 2009 Pazar

Gece boyu öksürmekten uyuyamayan genç kızın dramı


Evet, o benim.
Çok üzülüyorum ben bu kızın haline.
Evet, haline üzüldüğüm kız da benim.

21 Mart 2009 Cumartesi

başlık yazmayı seviyorum yahu..



Çok akademik bir giriş yapacaktım yazıma, “ertelemek” sözcüğünün etimolojisinden girip kimbilir nerelerden çıkacaktım, beceremedim:) bir şeyleri erteliyor olmak çok acaip bir şey diye içimdekileri bir ilkokul çocuğu edasında söyleyiveriyim bari istediğim girişi yapamadım:) evet ya cidden çok acaip bir şey; yapman gerekiyor biliyorsun ama bir türlü başlayamıyorsun, ya da dur şundan sonra deyip duruyorsun birtürlü gelmiyor ama o aktivitenin yapılacapı kutlu zaman dilimi. Şimdi hayatı ertelemeyin diye klişelere girmemek için zor tutuyorum kendimi ama böyle bir şey söylesem de şurayı okuyan kutlu kişi haşaa sözüm sana değil kendime olur. Zira taa geçen hafta yazmıştım mesela odamı toplayacağım diye yaptım mı? Tabiki hayır:) masamda oturacak yer olmadığı için yatağımda yaşıyorum kaç gündür öylesi acınası durumdayım. İş başvurusu yapmaya hala başlamadım ki hani önceliğim o olmalı sanki şu aralar:) bir yerlere gitmeyi, bazı insanları görmeyi, kendim için bir şeyler yapmayı(doktora gitmek mesela, kuaföre gitmek mesela:)), yataktan kalkmayı bile erteler durumdayım sürekli. Nolucak len benim bu halim. Bir şekilde bir şeyleri son anda yaparak kurtarıyorum çoğu zaman ama sanırım kaçırdığım bir şeyler de oluyordur aralarda.

Aman içim sıkıldı kendimden. Konu değiş bakalım hemen.
İçim sıkıldı dedim yaa fırsat bildim bunu (arada gazlanabiliyorum bak:)) attım kendimi yataktan aşağı, gece boyu kendisini yataktan düşürmemek adına duvara yapışık uyuduğum laptop’umu da çektim aşağı, yeter be dedim. Masama oturamayacağım ve odamdaki herkes de uyuduğu için oturamayacağım masayı oturulabilecek hale getirmek için uğraşamayacağım için(evet bahanelerim iyidir.) kendimi çalışma odasına attım. Belki bu vesileyle ders de çalışırım güzel olmaz mı:) ben bu sabah 9 da kalkıp kütüphaneye gidip işte ders çalışmak olsun, gerekli kitapları almak olsun, cv düzenlemek, cover letter yazmak olsun bunlar gibi lanet işlere adayıp kendimi gün boyu da ordan çıkmayıp akşama kendimi sokaklara vuracaktım. Planım buydu yani ama saate bakıyoruz 1 olmuş hatta geçmiş şu anda planımın bir 4 saat kadar gerisindeyim ve bu sayıyı bilirim ki 9 10 a kadar çıkarır en son amaaan yarın başlarım derim. İşsiz kalıcam bu gidişle haydi hayırlısı.:) Bu durumda tam bir irade örneği göstereceğim (bak bak nasıl gazlandı.), bunu hatta şu an göstermeye başlıyorum: Çıkmayacağım bugün dışarı çürüyeyim de şu çalışma odasında göreyim günümü. Gerçi bu planım geçen hafta da vardı benim, geçen Cumartesi de minderde oturup hem böyle yavaş yavaş işlerimi halledecek hem de dinlenecektim ama sonra kendimi 20.00 taksim servisinde studio live’daki eski 45likler partisine giderken buldum. Oyüzden bu hafta çok da iddalı olmıyım bari, kısmet diyorum. Herşeye kısmet diyorum bu ara hatta erteleme aktivitesi öylesine içine aldı ki beni durumlar üzerinde düşünmeyi de erteleyip kısmet diyip çıkıveriyorum işin içinden. Minimum beyin aktivitesi, maksimum laf kalabalığının ortasında yüzdüğümü farkettim şu an bir de... napalım KISMET! :)

not: ben şu yazıyı yayınlayabilene kadar saat kaç oldu sürekli bir we're sorry page le karşılaştım virüs içinde mi yüzüyor bilgisayarım nedir, o yönde dokundurmalar yaptı bu blogger amca bana:) ertelemeyi bırakmam gereken bir şey daha şu bilgisayarı ilgili yüce toshiba insanlarına götürüp bir formatmış, bir temizlikmiş, bir bakımmış kısaca bir elden geçirtmek.


19 Mart 2009 Perşembe

En uyumlu çift :)

Şöyle kebaplı, şalgamlı, fındık lahmacunlu, çiğköfteli sofralarda çok kereler soğan ve sumak’ın arasındaki o müthiş uyum bizi canı gönülden etkilemiş, saatlerce olmasa da dakikalarca ne de uyumlu bir çift olduklarından, birbirlerine ne de yakıştıklarından bahsedip durmuşuzdur. Şimdi düşünüyorum da ne iğrenç bir insanım len ben, ama sadece ben değil çevremde bana engel olmayı bırak bir de bu düşüncelere çanak tutup üzerinde konuşup birlikte gaza geldiğimiz arkadaşlarım da en az benim kadar iğrenç. Gözlerimizi çatalın ucundaki sumak bezenmiş ince soğan diliminden alamayıp, konu üzerinde dakikalarca konuşmak ne oluyor kardeşim? Bir de sonrasında başka uyumlu çiftler bulmak: mesela pastırma ve humus da çok uyumlu bir çiftmiş meğer ama benim haberim yokmuş. Kişiliklerini ayrı ayrı beğendiğin insanların birlikte olduğunu öğrenip mutlu olmak gibi bir şey oldu benim pastırmalı humusla tanıştığımda hissettiklerim:) böyle de güzel güzel anlatırım hissettiklerimi, konu pastırmalı humus olunca:) Uyumlu çift diye romantik bir başlık atıyorum sonra soğan diyorum pastırma diyorum, evde kaldın kızım sen diyorum sonra bir de çaresiz kendime:) peki üzülüyor muyum? Bilakis pek bi eğleniyorum yine:)

Baya kafa patlatmıştık biz bu yemek dünyasının uyumlu çiftleri hakkında ama alkolün etkisiyle olacak diğerlerini hatırlamıyorum ama son günlerde sık sık görüp her gördüğümde içimi ısıtan bir reklam geliyor aklıma. Tema: çikolatayla fıstığın efsanevi aşkı. Bir tarafta küçük dükkanında çikolata yapan güzel mahçup ifadeli bir kadın, ve karşısındaki dükkanda fıstıkçı ve yine bir okadar mahçup adam, arada şarkı söyleyen çocuklar, mutlu sonda ise fıstıkla çikolatanın birleşmesi nezdinde birleşen yine bir okadar mahçup kalpler:). Çikolatanın özünde var romantik bir şeyler bir de böylesi şirin şarkılı, mahçup ifadeli, masum tavırlı, insanın içini ısıtıveren bir reklama link verirsem belki kendimi bir biraz olsun kurtarabilirim pastırma ve soğanla yarattığım imajdan:)


mezun olma eşiğindeki gencin ruhsal sıkıntıları


Mart mı gelmiş? Yoksa ortasına bile gelmiş, hatta onu geçmiş sonuna bile yaklaşmış mı? Bugün 19’u mu yoksa? Yoksa mezun olmaya 3 ay gibi bir zaman mı kaldı? Yoksa hayatın büyük bir bölümünün cidden artık sonlanıp bilmediğin başka bir fazına geçmenin eşiğinde miyim? Yoksa bu durum beni bir de içinden çıkılmaz bir sıkıntıya mı sokuyor? Hatta sadece beni değil çevremde mezuniyetin eşiğinde olan herkesi de.. öylesine devasa bir sıkıntı yani bu karşısına çıkanı hop yutuyor, vallahi ben bunu bildim bunu gördüm herkesin yüzünde.. kimi görsen yüzü düşük, bir dokun bin ah işit sözünün derin anlamına idrak ediyorsun e naber diye sorduğunda.

Çok acaip bir şeymiş mezun oluyor olmak, cümlenin kuruluşu bile garip. Tekrarlı bir de kulağı da tırmalıyor geçtim insanın içini bunaltmasını. Biliyorum cümleler beynimde büyüyor, uzuyor, laçkalaşıyor içinden çıkılmaz hale geliyor ve bunu sadece beynimde de yapmayıp al işte klavyeye de dökülüyor. Konuştukça (benim durumumda yazdıkça oluyor şu an için) açılır mıymış insan? Büyük yalan, al işte daha da kapandım. Belirsizlik her durumda rahatsız etmiştir beni ve bu önümdeki hayatımın en büyük belirsizliği mi yoksa(bu soruya ah dedim ne de küçük bir hayatın var aslında da kendini bir şey zannediyorsun, tam bunu derken de aslında bir şey de zannetmeyip küçük bir b.k olduğumu düşündüğüm zamanlar da geçmiyor değil beynimden ama konuyla ilgisiz değil mi).

Bir şeylerin bitmesi hep can sıkıcı insan hayatında. Evet evren kutlu bir yer: biten yokolan “şeyin” yeri başka “şeyler” tarafından bir şekilde dolduruluyor, yayılmacı ve hevesli bir tarzı oluyor diğer “şeylerin” herzaman hoop diye olmasa da bir şekilde dolduruveriyor giden şeyin yerini. Evet bu durum cepte tamam, Ama şimdi gelgelelim 17 senedir hayatın yüzde(%) şu an hesaplamak istemediğim maşallahlık bir oranını kaplıyor eğitim öğretim dediğimiz kutlu hadise. Onun gidişi bayaa büyük bir boşluk olacağa benzer o sebeple, ve yerini doldurur diye umut ettiğimiz iş yaşamının nezaman gelip şenliklerle karşılanacağı da belirsiz.. işte o belirsizlik belirli duruma gelene kadar o boşluk; ağır depresyon, uyku, mutsuz hissiyat, hayata öfke, düzene kendine ona buna şuna öfke ile dolar mı acaba diye düşünerekten de kendikendimi bunaltma işlemime başarıyla devam ediyorum. Şu an aslında cv düzenleme, cover letter yazma şirket araştırma gibi aktivitelere devam ediyor olmam gerekir, ama ben başlamadım bile; buyur burdan yak.

Kendi kendimin içindeki bezmiş isteksiz küçük insana sesleniyorum, daha dün sabah cıvıl cıvıl uyandın, bir dokunup bin ah işittiğin arkadaşlarına geçecek bunlar diye moral verdin, şimdi böylesi bunalmak oldu mu yavrucum?

not:çok acaip bir başlığım var, nokta atışı adeta!

14 Mart 2009 Cumartesi

RTE'yi kızdıran, milyonları gülmekten kırdıran "kafa"

ama o nasıl da şapşal şapşal gülümseyen, nasıl da şirinler gibi, muppet showdaki kuklalar gibi, yaramaz bir yavrucak gibi aradan pırtlayıveren bir kafa:)
hani olur da denk gelemeyip bu inanılmaz görüntüleri izleyemeyen varsa diye, herkes görsün:) fazla söze göre yok.

bahçede yeşil çınar

Mutlu mutlu tv izleyip scrable oynar bir vaziyetteydik, günlerdir resmen orda burda olduğum için olabildiğine tembellik ve popomu konduğu yerden kaldırmama durumuna kendimi salmış geyik yapar bir haldeydim. Midemde hevesle hazırladığımız birsürü yemeği fazla kaçırmış olmanın rahatsızlığı var ama üstüne bardak bardak çay içmekten de geri duramıyorum. Televizyonda beyaz show, beyaz showda da konuklardan biri yavuz bingöl ki severim kendisini pek çok türkülerini söyleyip bağlamasını çaldığı sürece, hatta pek çok severim bu vakitlerde. Bu programda özellikle banttan şarkı söyleme durumu beni üzse de programın bir yerinde bir türkü söylemiştir ki yine bağlamasını eline alıp yine mest olmuşumdur. Bilmediğim de bir türkü hemen sözlerini yazdım odaya çıktığımda araştırmak üzere... ve kardeş türküler’in bahar adlı albümünde karşıma çıktı işte “bahçede yeşil çınar” isimli bu güzel türkü. O nasıl güzel ezgiler, nasıl güzel bir yorum, erkan oğur araya girip gazel okuyor daha da kendinden geçiyor insan. kardeş türküleri bu denli sevmeme ve bütün albümlerini tekrar tekrar bıkmadan sıkılmadan dinlememe, sıksık bir yerlerde konserleri var mı acaba diye kendi kendime heveslenip araştırmama rağmen ben bu türküyü nasıl görmem? hem de bahar albümünün içinde... yaşadığım şaşkınlığı anlatamam...Hertürlü müziği zevkle dinlerim ben hertürlüsünü ama türküleri ayırıyorum sanırım ister istemez. Böyle hislenir mi insan... Bu türkü diyarbakır’ınmış... gitsem ya ben de yarın atlayıp buralardan oralara.. ya da bu istek şu an gerçekleşemez biliyorum, ozaman birisi bağlamasını kapıp gelse benim yanıma.. bu da mı olmaz?

13 Mart 2009 Cuma

haftanın öne çıkanları-2-

Bugün odamı toplacağım, evet o kutlu gün geldi: şenlikler başlasın:) henüz bir niyet aşamasındayım ama eminim bu niyetimi bile söylesem odanın geri kalan bireyleri için bir bayram havası olur şu iğrenç kapalı havada bile. Şimdi küçük bir ihtimal beni şahsen tanımadığı halde burayı okuyan insan varsa onlar için bir not düşelim: ben iddalı bir pasaklıyımdır:) öyle bildiğiniz bir dağınıklık değil bu giysiler dolap yerine sandalye üstü, masa üstü, yatak üstü ve hatta dolap üstü gibi yerlerde sonsuzluğa uzanmak amacıyla kümelenip günler haftalar boyu ellenmeden durabilir. Ellenmesi durumu o kümeye yeni bireyler katmak içindir, toplamak gibi bir düşünce aklın ucundan bile geçmez gayet mutlu mesut bir şekilde yaşanır. Sandalyeye oturulcaksa ordaki küme yatagın üstüne atılır, yataga yatılcaksa aşağı sandalyenin üstüne. Ve zaman böyle mutlu mesut geçerken ben işte yılda iki kez falan evet artık toplıyım şu odayı diye bir gazlanırım. Üç türlü sonuç vardır, yaa sadece niyette kalır amaaan sonra yaparım diyerekten ertelerim, ya başlar bütün eşyaları odanın tümüne yayarım toplıycam ya ama sonra içim sıkılır onları öyle bırakırım, bunu lisede ailemle birlikte yaşarken de yapıyordum. Şu anlattığım aksiyon sonrası 1 ay boyunca yerdeki eşyaların üzerinde hoplayaraktan dolandığımı hatırlarım oda içinde, sonrasında annem daha fazla dayanamaz “modern işkence haline getirdi bu kız bunu bana” serzenişleri halinde toplardı saolsun:) ama işte yurt odasında bir anne yok ne yazıkkiL Anne gibi bir oda arkadaşım var aslında o da çok güzel toplardı arkamı eskiden ama sanırım artık bıktı. Neyse efendim üçüncü durumsa cidden toplamaya başlayıp başarıp bitirip kutlamaların yapıldığı aşamadır. İnsanları özellikle davet ettiğim bile olmuştur gel odayı topladım bunubir görmelisin diye. Hazırlıkta(bundan taaa 4 yıl önce yani) maytaplar yakıp resimler çekmişliğimiz bile vardı, hevesli gençliğin hali başka:)

Dünyanın en güzel defterini aldım buarada, çocuklar gibi de sevinip herkese gösterdim:) fotoğraf makinamda pil olsa resmini çekip buraya bile koyucam öylesine bir güzellik zira ama biryandan da öylesine bir gaz bendeki farkındayım:) küçük şeylerle yakalanan mutluluk diyelim, pek bir polyannayım:P derken aklına küçük başka bir şeyden duyduğum mutluluk geldi. Her morning elegance vs my morning heaviness yazımda bahsettiğim kafamın 350 kilo olması durumu tam yansıtılmasa da bir şarkıya konu olmuş meğer de benim haberim yokmuş:) Amy Mcdonald isimli hatun insan meğer söylermiş böyle bir şarkı : And you wake up in the morning and your head feels twice the size diyerekten. Bu şarkıyı duyardım ama kulak vermezdim sanırım önceden, sonra bir arkadaşımın playlistindeki tek hareketli ve mutlu tınılara sahip şarkı olması dolayısıyla ilgimi çekti kulak verdim, anammm güzelmiş ya dedim:) ve sonrasında klasik 8392893828389 kez playlistimde dönmeye başladı. Alın size yeni bir küçük mutluluk:P


Ozaman bir de mutsuzluk örneği yazalım tam olsun. Beşiktaştan kalkan kadköy vapurlarının yeri değişmiş! Mutsuzluk bunun neresinde mi? Benim bu durumdan bihaber olup eski yerine bile geç kalabileceğim bir saatte evden çıkmış olmamda. 5.45 vapuruna yetişmek için 5.30da evden çıktım evet çok normal gözüken bir saat değil mi beşiktaştaki bir evden çıkmak için lakin hesaba katılması gereken parametre şudur ki ben hızlı yürüyemiyorum. Sanırım genlerimde yok:) 5.30da çıkmış olup vapura yetişebilmeye baş koyarak kendi çapımda koşmak benim için baya büyük bir azimdi. Bir yandan tükürür gibi yağan yağmur ve suratıma suratıma eserek beni yüz felci olma korkumla tekrar yüzyüze getiren iğrenç rüzgarı saymıyorum bile, bence bütün tabiat karşımdaydı:P Dilim dışarda bir şekilde bence kadıköy iskelesi olması gereken yere vardığımdaki ilginç tenha durum görevlinin kadköy iskelesi taşındı sözleriyle acı bir şekilde açıklığa kavuştu. İşte bu resmenn koca bir mutsuzluk!(evet umut sarıkaya’dan çordum ama durumuma uyuyo napalım:) sonra ordan da diğer iskeleye koştum, havaya, yağmura rüzgara, beşiktaş belediyesine, önüme çıkan insanlara ama bir de en çok kendime sövüp durdum yol boyunca. Ama azimle ilgili o güzel lafı hatırlıyoruz şimdi: ben o duvarı deldim o vapura yetiştim:)

haftanın öne çıkanları-1- (nacizane hayatımdan:))

İnsan kendi yaşama alanından (benimki yurt odası efendim:)) Cuma günü çıkıp, taaa diğer haftanın Perşembe günü geri dönünce yazacağı çok şey birikiyor ama bu sefer de haftanın yorgunluğundan hepsini yazacak gücü bulamıyor, böyle tatsız bir durumu anlatmakla başlıyor yazısına...

Haftasonu notlarım da yarım kaldı evet, ama kendi bilgisayarımın başında rahat rahat yazmanın tadı ayrı diye saklamak istedim ama nerdeyse diğer haftasonu geldi, neyin notu yani artık:) o sebeple biz bütün haftamızdan küçük küçük notlar verelim efendim kimsenin hatrı kalmasın:)

Öncelikle bu gece rüyamda görüp, eyvah doğum gününü unuttum diye garip bir korku ve telaşla uyandığım ama doğumgünü taaa nisanda olduğunu kendikendime hatırlatıp bu korkuma şaşırmama konu olan canım arkadaşım burdan sana kocamann bir selam çakıyorum, sen inanmadın ama takip ediyor olman vallahi duygulandırdı len beni:) hatta şu son cümleye noktayı değil ama gülücüğü koyduğum vakit kendisi msn’den pırtlayıp hadi blog yaz die serzenişte bulundu ki; böylesine kalp kalbe karşı durum görmedim ben. artık canımı yiyebilir kendisi zannımca öyle bir sevgi doldum:) ancak yeter artık, çok da şımarmayalım:P

Kapattım artık, atladım başka bir nota: Cumartesi akşamı babylon’da Shantel konserine teşrif ettik efendim ama bu teşrif etme kelimesi yanlış anlamalara yol açmasın. Parasını bastırıp gittik ve bu para kısmını vurgulamamın sebebi de o bastırılan paranın sonrasında içimizi yakması. Shantel iyidir hoştur, eglencelidir ayrıca pek de tatlı adamdır, yerler onu.. evet bunlar cepte ama shantel’in müziği meger ilk 1- 1,5 saat eglenceli gelip sonrasında beyin yorucu bir tekrarlar silsilesi haline geliyormuş. Yani belki çalan şarkılar hep aynı değildi ama benim beynim hepsini aynı algılamaya başladı bir yerden sonra. Ve ben hiç bir konserde böyle olmamışımdır ama kollarımı bağlayıp hadi gidelim diye yalvardım yanımdaki insanlara. Neyse ki bu halime onlar da alışık olmadığı için çıkıp Baraka isimli bir mekana, bir arkadaşımın söylemine göre “s.çmayan müzik”in kalbine gittik:) Bu tamlama da literatüre girsin istiyorum, hayır bulucusu ben değilim ama çok pis sahip çıkarım. Efendim bilinir belli bir saatten sonra müzikler bir bayar, ya iyice club tarzına ya da anlamsız şeylere döner. Ama bu baraka isimli ferah, salaş mekanda dönmüyor, dilediğin kadar zıplaya zıplaya dans edebiliyorsun. Ama Cumartesi gecesi bizi ilk gittiğimiz vakit ufak bir hayal kırıklığına uğratmadı değil zira böyle ağır müzikler eşliğinde herkes oturur halde,, s.çmayan müziğin temasına hiç uymayan bir hava vardı ortamda. Ama biz dj’in yanına gidip gelip adamın playlistini resmen ilmek ilmek hazırlayaraktan herkesin gecesine renk kattık zannımca:) gece 4 suları kalan kadro bir taksiye doluşaraktan arkadaşlarımın beşiktaştaki evine yola çıktık. Sonrası “happily ever after”:P


Yeni bir teorem değil ama hipotezim var, ismi “ıssız adam effect”. Artık yemek yapan erkek pirim yapıyor efendim:) hem de öyle böyle değil baya ilgi çekiyor yani yemek yapabiliyor olmak bir erkek için. Nacizane tavsiyemdir, eğer bir kıza yazış aşamasında tatlı tatlı konuşmalardaysan eyy erkek insan, yemek yapmayı çok seviyorum gibi bir cümlenin ardından hatta sana da bir gün bıdı bıdılı bıtbıt yapıyım de sonra etkilerini bekle ve gör:) işte o etkiler yüzde ben diyim 80, sen de 85-90 olumlu olacaktır ve işte bu ıssız adam effect’in ta kendisidir. İnan bu hipoteze, sev onu mutluluğa giden baya sağlam bir anahtardır. Issız adam öncesi yok muydu peki bu durum evet tabiki vardı, çok eskiden okuduğum kitaplardan bile hatırlarım kadın kocasının eve gelip salata yaparken ona yardım etmesini hatta malzemeleri beraber doğramayı falan hayal eder. Yalnız güzel bir sahne bukadar hödükçe anlatılamaz sanırım şu an farkedip son verdim hemen örneğime ama bence sen anladın benim varmak istediğim noktayı:)

Yazmıyorum yazmıyorum sonra bir yazıyorum ordan oraya atlayaraktan sonsuza uzaması beni bile sıkıyor demiyim ama seni düşünüyorum sevgili okuyan; seni sıkacak diye benim içim içimi yiyor:) susuyorum.

10 Mart 2009 Salı

haftasonu notları -1-


ufacık notlarla harcamak istemiyorum aslında koca haftasonumu ama yorgunum, yoğunum, kendi bilgisayarımda değilim ama deli gibi blog yazasım var dolayısıyla burdayım:)
cuma günü okuldan çıkılıp özgürlüğe kanat açılır, önce koz yatağı karfura sonra erenköye, sonra kadıköye sonra beşiktaşa sonra baltalimanına. neden peki bu sonsuz yolculuk? şirket yemeklerinde pek eğleniyorum ben(heryerde gereksiz çok eğlenebildiğimden oluyor sanırım:) perşembe günü gitmemeye karar verdiğim şirket yemeği için cuma günü tekrar telefon alınca ısrarları kıramadım. milyonların olmasa da onların bana ihtiyacı var sanırım:P
yemeğe gittiğimde genel müdürün yanında ayrılmış olan sandalyem başlarda beni biraz gerse, ilerleyen saatlerde attığım göbeklere yada çektiğim halaylara engel olamadı. peki gece ordan çıkmakla bitti mi? hayır:) insanın bir telefonuyla yanına gelen arkadaşları gibisi yok efendim burdan da bunu ilan ederim. baltalimanı portaxe isimli mekandan çıktığımda benim içimdeki heves henüz sönmemiştir herzaman olduğu gibi. taksideyken arar iki canım arkadaşımı taksime çağırır; geriye dönüp anlatırken de böylesine kafiye yakalarım yazdıklarımda:) biraz beklerim onları taksimin göbeğinde ama sorun değildir, beraber küçükbeyoğluna gidilir içilir de içilir. grubumuza başka bir işyemeğinde olan başka bir can arkadaş bir de onun arkadaşları, ve hatta sonra başka bir programdaki başka bir can arkadaş ve onun "date"i de katılır. kalabalık, sarhoş komik bir topluluk içerisinde en yüksek desibeldeki kahkalar, ve büyük katsayıdaki saçmalamalar bana aittir ertesi gün aldığım bilgilere göre:) ama şaşılan bir durum değildir tabiki bu da. cuma gecesinin sonunu içinde bulunduğum pazartesi gecesini geç, cumartesi sabahı bile hatırlamaz haldeydim. çok pis bir huyum var benim diye giriyim cümleye burhan altıntop gibi; çok pis bir huyum var benim azıcık da içsem çok da içsem farketmez ben ayrıntılara takılmam:P bu çok iddalı yorumla her nekadar üstünü kapatmaya çalışsam da benim bir sorunum var; o da azıcık olsa bile almış olduğum alkol, ben bir şey hatırlamıyorum arkadaş. bıktım artık yaptıklarımı ya da olanları, olayları başkalarından dinlemekten, diycem ama biryandan da zevkli olmuyor değil:) daha çözemedim bu durum karşısındaki tutumumu.. ben böyleyim diye kabul ettim kendimi, bir de kabul ettirdim tabi:)
cumartesi gününe geçmiyorum bile şimdi zira bakarım saat geç, sabah erken kalkmalar yine bekler, bir hüzün kaplar içimi cumartesinin çeşitli eğlencelerini hatırlamak bile bu hüznü kovamaz sanırım; zira uyku pek tatlı bir şey hele ki sabahın köründe kendini yataktan kazımaya uğraşırken. yarın işe gidecek olsam sadece 3 saatlik uyku uyuyabileceğimi düşünüp önümdeki 5 saatlik uykuyla yetinmek istiyorum, deniyorum.. olmuyor.. hadi ben gidiyorum:)

6 Mart 2009 Cuma

"her morning elegance" vs. my morning heaviness

Bazı sabahlar olur beynimin 350 kilo falan çektiğine yemin edebilirim uyandığım vakit. Böyle yastıktan kalkmak istemez o kafa, kalkamaz da zaten nasıl ağır. E o öyle olur vücudun geri kalanı durur mu kalan da 900 kilo falan var nerden baksan bariz, bir taraftan bir tarafa dönerken bile etim acır. Ne acındırdım di mi kendimi ama vallahi oluyo bana böyle, şimdi sorarım ben o ağırlıkla yurt odamda kaldığım tavana yakın yatağımdan nasıl aşağı iniyim, nasıl derslere gidiyim, onu geç odadan nasıl çıkıyım. Çıkmam, arayan soranlara da cevabım hazırdır kafam 350 kilo “yine”, derim onlar anlar:)

İşte ben zaman zaman böyle uyanır, kalan böyle uyanmadığım zamanlarda da bir arkadasımın deidği doğruysa “salak gibi”(evet bunlar gayet de iyi bi arkadaşımın sözleridir:)) olduğum için o sabahın ilk uyanılan saatlerinde; şu nacizane klipteki hatun insan benim sinirlerimi bozmakta. Şimdi arkadaşım bu ne huzurlu bir uyku, sen ne mutlu bir hatun insansın bir de uyurken nasıl böyle güzelsin. Ben gece yarısı uyndığımda agzımdan bir takım sıvıları dışarı taşmış bulabiliyorum kendimi, ya da öylesine anlamsız bir pozisyonda yatıyorum ki (örneğin süpermenin bir kolu öne bir kolu arkaya bakan uçuş pozisyonunu gayet uyku modum yapabiliyorum) gecenin bir yarısı kolumu uyuşmaktan taşlaşmış şekilde buluyorum, bir de üstüne ürküyorum bu uyuşukluğa, yüzüm eminim ki hallerden hallere giriyor hepten suratına bakılmaz oluyorum. Şimdi ben böyle içler acısı bir halde iken bu şahane klipteki güzel insan benim sinirimi bozuyor arkadaş.. ayrıca bunla kalsa yine iyi, ben birgün boyunca şu klibin gazına gelip yatağından inmemiş bir insanım, ama yatak çarşaflarım beyaz olmadığından sanıyorum böyle iç huzurunun hat saffalarda seyrettiği, mahmur mutlu ruh haline ne yazık ki erişemedim. Öyle yattım olmadı, böyle yattım olmadı sürekli yatış halinde olmaktan her bir yerim ağrıdı... günün sonunda anladım ki kendini bimek, aa ne güzel klip ne de şirin ne de orjinal, vallahi süper diyip geçmek lazım. Hani taş çatlasa klipteki jön insana hayran olup, şarkının sözlerine falan da bakıp, söyleyenin sesine iyi not vermek ama klipteki dünya huzurunu bünyesinde toplamış hatun kişiye özenmeyi kesinlikle bir kenara bırakmak lazım.

sonradan edit: peki şimdi şöyle bir durum var ben bu videonun başta gözükmesini istiyorum ama beceremiyorum, zaten şu bloga yutube'dan ya da herhangi başka biryerden nasıl video ekleyebileceğimi anlayana kadar göbeğim çatladı, zira kendi kendime bulmaya çalıştım. halbuki saatlar süren deneme yanılmalar sonucu google'da "blog'a video ekleme" diye aratınca benim gibi teknolojik becerisi minimumda olan insanlar için hayır sever insanlar tarafından adım adım yazılmış açıklamalarla karşılaştım. mutlu oldum, sabah ağırlığımı gecenin bir yarısı attım üstümden:)


5 Mart 2009 Perşembe

from the moment I wake up till the time I go to bed...

...I think about writing my blog!!
vallahi her sabah kalktığımda diyorum ki bugün yazıyım, sonra erteliyorum sonra biraz daha sonra biraz daha sonra açıyorum sayfayı böyle içime bişiler oluyo yok diyorum yazmıyım şimdi yarın kesin yazarım.
yazmak için zorlamıyorum kendimi hayır, cidden istiyorum birsürü şey var yazacak ama ne bu basireti bağlanmış ruh hali sorarım hem kendime hem de varsa sen sevgili okura:) belki bir ara varmıştır okuyan birileri ama yuh en son başlık taaa 13 şubat'taymış ozamandan buzamana kadar takip ettiysen sana kocaman bi sebgi kelebeği, kendime de koca bir YUH gönderiyorum. evet bunu yapıyor ve yapmamla birlikte utanç duyuyorum.
neise..
bu böyle kendini affettirme yazısı olacak kendime bir de okadar zaman girdi araya lök diye hiçbirşey olmamış gibi devam edemem:)
nerdeyse 1 ay olmuş yazmayalı ve çok acaip şeyler oldu, hertürlü ruh haline girdim çıktım bu zaman diliminde. kendimi 3 gün boyunca odaya kapattığım da oldu, delice dansetmekten 3 gün boyunca popom da dahil her yerimin ağrıdığı da.. bir dengen olsun be kızım diyorum kendi kendime bu noktada ama biliyrum ki olmaz, boşuna kendi kendime serzenişte bulunmayayım da diyorum hemen ardından:)
bir de diyorum ki özlem ne boş konuşuyosun.. böyle yazacaksan hiç yazma! ve hemen kendi kendimin sözünü dinleyip susuyorum.
dipnot: görüldüğü üzere pek uysalımdır.